1990’lı yılların sonlarında Antalya Göynük’teki bir otelde her sene belli bir zaman dilimi içinde ekonomi zirvesi düzenlenirdi. O zirveye; hükümetin bakanları, sendika başkanları, işveren temsilcileri, bürokratlar, hatta; Dünya Bankası ve IMF (Uluslararası Para Fonu) yetkilileri de dahil olmak üzere ekonominin tüm tarafları katılırlardı.

AK Parti iktidarının ilk yıllarına kadar devam eden bu zirveye E TV ve STAR ve AKŞAM Gazetesi’nde muhabirlik yaptığım yıllarda aralıksız katılmıştım.

O zirvelerde ekonominin içinde bulunduğu durum tüm çıplaklıkları ile masaya yatırılırdı.

Günlerce süren o zirvede ekonomiyle ilgili hiçbir şey gizlenemezdi.

Hatta hiç unutmam; 1999 yılında gerçekleştirilen ekonomi zirvesinde dönemin bakanlarından biri, işçi ve memur maaşlarının 17 Ağustos depreminin yaralarının sarılması için İMF’den (Uluslararası Para Fonu’ndan) gönderilen 500 milyon dolardan ödendiğini ağzından kaçırmıştı.

Gazetelere manşet olan o zirvelerden birinde dönemin bir bürokratı bana İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören şirketlerin tamamına yakınının küçük ve orta ölçekli işletme (KOBİ) statüsünde olduğunu anlatmıştı. KOBİ siklette dünya şampiyonu olduğumuzu söylemişti. Ben de o dönemde bunun haberini yapmıştım.

Bugün de öyle. Daha öteye gidemedik.

Şirketlerimizin güçlü sermayeleri yok. Çok sığ. Aksine Devlet olarak da, millet olarak da yığınla borcumuz var.

Bu da yetmez gibi bir de krizlerle mücadele ediyoruz. Milyonlarca gencimiz üniversitelerden mezun oluyor. İş bulamıyor. Evlenip çoluk çocuğa sahip oluyor, emekli ana- babasının eline bakıyor.

“Belki iş bulurum diye yüksek lisans okuyor, yine iş bulamıyor, doktora yapıyor yine olmuyor.

Yıllar önce Akşam gazetesindeyken ofise 30’lu yaşlarda bir işsiz öğretmen gelmişti. Atanamayınca yüksek lisansa başlamış. Evlenmiş. Eşi de kendisi gibi atanamayan bir öğretmenmiş. Eşi de yüksek lisans okuyormuş. Bir de çocukları olmuş. “Neyle geçiniyorsunuz” diye sorduğumda gözleri dolmuştu. “Anne ve babalarımızın yardımlarıyla” demişti.

Böyle yaşayan yığınlar var. Okuyarak işsizliği erteleyen gençlerimiz en verimli çağlarını böyle geçiriyor.

Daha da olmazsa, ya pazarda tezgah açıyor, ya da emekli anasına babasına kredi çektirip ya da varsa bir gayrimenkülü sattırıp küçük bir dükkan açtırıyor. Yani iş bulamadığı için mecburiyetten kendi işini kuran yığınla insan var bu memlekette.

Sonra da bu işlerini dişlerinden tırnaklarından artırıp besledikleri çocukları gibi büyütmeye çalışıyorlar. Çarkı döndürmeye çalışıyorlar.
Ama geçen mart ayından itibaren tüm dünyada olduğu gibi ülkemizi de etkisi altına alan Korona salgını yüzünden dükkanlar açılamıyor.

Dükkanlar açılamadığı için para da kazanılamıyor. Kazanç olmadığı için ödemeler de yapılamıyor.

Bundan ülkemize gelen her üç turistten birinin tatilini geçirdiği Antalya’mız da en fazla etkilenen illerin başında geliyor.

Geçen gün Antalya Valisi Münir Karaloğlu, Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mevlüt Yeni’nin İnstagramdan yaptığı canlı yayına katıldı.

Sayın Vali Cemiyet Başkanımızın sorularına içtenlikle yanıt verdi. Ben de ilgiyle dinledim o konuşmaları.

Sayın Vali, Antalya’da Korona yüzünden şu ana kadar 11 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

Vefat edenlerin yaş ortalamasının 74 olduğunu belirten Sayın Vali, bu kişilerin kronik başka rahatsızlıklarının olduğunu da ekledi.

Ayrıca şu ana kadar 66 kişi de tedavi edilip taburcu edilmiş. 7’si yoğun bakımda olmak üzere toplam 34 kişinin ise hastanelerde tedavisine devam ediliyormuş.

Alınan tedbirlere uyulması çağrısında bulunan vali, resmi olmayan açıklamalara itibar edilmemesini istedi.

Vali Karaloğlu o programda koronanın Antalya’ya olan ekonomik etkilerini de değerlendirdi.

Sayın Valinin açıklamasına göre; Antalya’da korona yüzünden 15 bin esnaf kepenk indirmiş.

Bunlardan 65 bin kişiye şu ana kadar toplam 65 milyon liralık yardımda bulunulmuş.

Dükkanını açamadığı için gelirini kaybettiği için ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelenlere destek olmak amacıyla yardım paketleri dağıtılmaya başlanmış.

Ama sorun yardım paketi dağıtılarak çözülecek gibi de görünmüyor.

Zira gün geçtikçe dükkanlar boşalıyor. İşler tasfiye ediliyor.

Faturalar öteleniyor. Otelcisi, pansiyoncusu, acentecisi, yiyecek içecek sektörü, halıcısı, dericisi, kilimcisi, hediyelik eşyacısı, takıcısı, aksesuarcısı, kuyumcusukara kara düşünüyor.

Sadece Antalya’da turizm sektöründe yüz binin üzerinde kişi işsiz kalmış durumda.

Mesela traşımı olmak için berberime son gittiğimde Korona krizi daha derinleşmemişti. Kafeler filan daha kapatılmamıştı.

Berberimin dükkanının tam karşısında aylık kirası 13 bin lira olan bir kafe kapalıydı. korona yüzünden müşteriler gelmez olunca adam kapatıp gitmiş dükkanı.

Çalışanlar da işini kaybetmiş.

Geçenlerde hediyelik eşya ticareti yapan bir esnafla konuştum. Bu esnafımız emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken Oğlu üniversiteden mezun olunca iş bulamamış.

Oğlu, evlenmiş çoluk çocuğa karışmış yine iş yok. İki gayrimenkulü satıp kentin işlek bir caddesinden yüklü bir bedelle bir dükkan kiralamışlar. 3 personel çalıştırıyorlarmış. Vergiler, kira, personel giderleri, elektrik faturasıyla birlikte aylık 30 bin lira civarında giderleri varmış.

İşleri Korona krizine kadar iyiymiş.

Hatta ikinci bir mağazayı açmayı bile düşünürken mart ayı başında işler tersine dönmüş. Korona yüzünden kepenk indirmişler.

Vadesi gelen ödemeler, kira, personel giderleri, sigorta, ertelenmiş de olsa vergiler işlemeye devam ediyor.

Nereye kadar idare edebileceklerini bilmiyorlar.

“Tıkanırsanız ne yapacaksınız” diye sorduğumda verdiği cevap “Allah Büyüktür”. Evet Allah büyüktür.

O’na kimsenin itirazı yok. Ama kaynağımız küçük.

Değirmenin çarkını döndürecek suyu bulamaz isek ne olacak? Şimdiden tıkanan yığınlar var.

Bu memlekette yaşanan krizlerden, darbe girişimlerinden ürküp tası toprağı satıp parayı yurt dışına kaçıranların, memleketi terk edenlerin aksine; bu ülkeye güvenip yatırım yapanlara, istihdam sağlamaya çalışan her vatandaşına devlet sonuna kadar destek olmalıdır.

Bu memlekette her esnaf, her çalışan, her işini kaybeden vatandaşa, müşteri garantisi sunulan şirketler gibi garanti sağlanmalıdır.

Sosyal devletin de gereği budur.

Yanmış yıkılmış Anadolu topraklarında küllerinden doğan bu millet bu savaşı da elbette kazanacaktır.

Daha dün ulusal egemenliğimizin yüzüncü yılını kutladık.

Bizi cumhuriyete götüren o gazi meclisin yüzüncü yılının coşkusunu evlerimizde yaşadık.

Birbirimizi ötekileştirerek ayrıştırarak bir yere varamayız.

Hep birlikte güzel günlere kavuşmak dileğiyle.