Yeni ufukların keşfedilmesi duygusu ile sırt çantamızı yüklendik, şimdiki rotam Sri Lanka. Dubai aktarmalı toplam on saatlik uçuş sonrası, Sri Lanka’nın başkenti Colombo’dayız. Bu şehir 15 bölgeye ayrılmış ve oldukça kalabalık, bu kaostan sıyrılıp gece konaklayacağımız Negomba’ya gidiyoruz. Aman ne şirin bir ülke, okyanus orkideye aşık olmuş, bir damla Sri Lanka doğmuş. Esmerin bir kaç ton koyusu güleryüzlü güzel insanlar karşılıyor bizi. Sabah mis gibi Seylan çayının kokusuyla uyanıyoruz.Negombo’dan günlüğü 15$ bir ödemeyle motorsiklet kiralıyoruz ve ülkeyi keşfetmek üzere yola düşüyoruz. Hindistan’ın 35 kilometre güneyinde, Hint Okyanusu’nun incisidir Sri Lanka. Eski adıyla Seylan çay ülkesi, cevher ülkesi, mücevher ülkesi. Sıcak kanlı insanların sıcacık ülkesi. Zümrüt yeşilinin ta kendisi. AYUBOWAN ( selam)Motorsiklet ile Negombo’dan kuzeye doğru rotamız Chillaw, Puttalam, Anuradhapura. Bu yol toplam olarak 170 kilometre idi, tabiki matematiksel olarak. Fakat yollara düşen bilir gerçek mesafeleri tekeri aşındıkça. Yollardayız, varsın kucaklasın dingin ruhumuzu yollar. “Varmaktansa yolda olmak yeğdir”. ( Buddha)Motorsiklet yolculuğumuz baharat çiftliklerinden gelen taze baharat kokularıyla başladı. Puttalam’a kadar sahilden giden yolun asfaltı çok iyi idi. Virajsız, sakin ve sorunsuz geçti. Fakat Puttalam’daki yol çalışmaları nedeniyle buradan sonraki yolculuğumuz off road yapar gibi oldukça zorlu geçti. Toprak yol, çakıl ve zift kaplı yollar zorladı bizi. Puttalam’dan sonra vahşi yaşamı koruma alanı başladı. Maymunlar, filler, leoparlar, ve dev kertenkelelerin (Kabragayo) yaşam alanlarını gösteren uyarı levhalarını görünce eh biraz tırstık tabi ki. Buralar pek tekin değil.Nihayet Anuradhapura’ya ulaştık. Toprak ve gök arasında işte size şaşaalı bir ülke. Bir efsaneye göre Hz. Ademin yitirdiği cennetin yasını tuttuğu yerdir Sri Lanka, Adam”s Peak diye bilinen tepede ilk insan Adem’in ayak izi olduğu söylenir. Orkideler, lotus çiçekleri, zencefil ağaçları, her yer çiçek bahçesi… Vahşi maymunlar şehrin ortasında fink atıyor, insanlarla iç içe. Maymunlar ne kadar sevimli olsalar da aman sevmeye kalkmayın, oldukça vahşiler. Biraz da terbiyeleri bozulmuş hırsızlık yapıyorlar, benden söylemesi. Arapça’da “beklenmedik şeylerin ülkesi” anlamına gelen Serendip denirmiş bu ülkeye eskiden. Gerçekten de sürprizlerle dolu bir ülke burası. Sri Lanka’lılar o kadar kibar insanlar ki, birbirlerine birşey verirken kolunu birdenbire uzatmıyor. Sol eliyle sağ kolunu dirsekten tutarak uzatıyor, böylece hareketin sertliğini nezakete çeviriyor, çok hoş.Kültür gezileri hep yeni şeyler öğrenmekle geçer, öğrendikçe artarsınız, çoğalırsınız güzelleşirsiniz. Ülkenin tarihi M. Ö 3 binlere dayanıyor. Bu ada ülkesinin ortasının güneyi dağlıktır, yaklaşık rakım 2.500 metredir. Ülkenin kıyıları boylu boyunca incecik kumlu plajlarla ve mercan kayalıklarıyla kaplıdır. Mesela Sri Lanka mutfağı, bol bol körili pirinç, ve bol baharatlı sebze yemeklerinden oluşur…Kurutulmuş taze balık ise her yerde. Tropikal meyveler çok lezzetli, özellikle ananasın tadına doyamadık çok da ucuz.Bu ülkede yaklaşık 21 milyon kişi yaşıyor, para birimi : Sri Lanka rupisi. Etnik açıdan ülkenin % 74.9’u Sinhala, %11,2’si Sri Lankalı Tamil , %9,2 Sri Lanka Müslümanı, % 4.2’si ise Hint Tamilidir. Geriye kalan %0,5 ise diğer gruplara mensuptur. Konuşulan dil Sinhale (resmi dil), Tamil Dili ve İngilizcedir. Ülkede okuma yazma oranı % 91.7 civarındadır.
Mihintale’ye doğru ilerliyoruz, burası Sri Lanka’ya Budizmi ilk getiren kişinin kurduğu bir manastır ve tapınak kompleksi. Yüksekçe bir dağın tepesine yapılmış. 1840 basamaklı bir yoldan çıkıyoruz. Yükseldikçe çevredeki manzara ortaya çıkmaya başlıyor, dizlerimizdeki derman kesilinceye kadar tırmanıyoruz…Özellikle dağın batı kısmındaki cangıl bölgesi dünyada kurulmuş olan ilk vahşi hayat bölgesi olarak kayıtlara geçmiş. Hintli Kral Ashoka’nın gönderdiği Budist rahipler, Budizmi yaymak için burada bulunan 64 adet mağaraya yerleşmiş. Büyük Mahaseha Dagoba’da Buddha’nın saç teli kutsal emanet olarak saklanıyor. “Eğer anlayabilirsen, herşey olduğu gibidir. Eğer anlayamazsan, her şey yine olduğu gibidir.” (Buddha)SİGİRİYA
Sigiriya’ya doğru yola çıktık. Habarana kentine kadar yol güzeldi. Fakat Habarana- Sigiriya arası vahşi yaşam bölgesinden geçen, asfaltı bozuk, etrafı elektirikli çitlerle çevrili, koruma altına alınmış. 13 kilometrelik yol bitmek bilmedi. Neden mi? Cangılın tam ortasından her tarafı vahşi fil ve birtakım hayvan gübreleri, inanılmaz bir sessizlik, sadece fillerin homurtuları ve bizim tırsık nefesimiz duyuluyor…Neyin, nereden, ne zaman çıkacağı belli değil. Motorsikletimizin üzerinde tazecik et şeklinde tir tir titreyerek ilerliyoruz. Tabi daha sonra başımıza geleceklerden habersiz. Sigiriya’ya ulaştığımız ilk yarım saat içinde motorsikletimizin önüne 2 metre kadar boyunda, siyah kayış gibi bir kobra yılanı çıktı, o kadar zor durduk ki, neredeyse motorumuz yılanın üzerine devriliyordu.Başını yelpaze gibi kaldırmış, çatallı dilini sallıyordu, sıcak sıcak bakıştık, iki tıslayıp helalleşti sağolsun, ancak yutkunabildim.Otelimiz milli parkın hemen bitişiğinde. Gerçi bu ülkenin her yeri vahşi ya. Bu tropikal ormandan gelen cıvıl cıvıl kuş sesleri kandırdı beni. Biraz ormana daldık genellikle tik ağaçları, abanoz ve hint inciri ağaçları ile kaplı. Burada genellikle vahşi filler, manda, leopar, ayı, her çeşit maymun, ve geyikler yaşıyor.Bunların hepsini Yala Milli Parkında yaptığımız safaride gördük. Hele bir ağacın tepesine tünemiş genç ışıl ışıl Leoparı bir saat süreyle seyrettik. Nehirlerde timsahlar, kuru bölgelerde de dev kertenkeleler var. Bu dev kertenkeleler sürekli motorumuzun önüne çıkıyordu, neyse ki buna alıştık. Akşamları bu vahşi yaşam alanında, hayvanlar yerleşim alanına girmesinler diye ses bombası patlatıyorlar.Wild Life bekçileri ağaçların üzerinde tünemişler, kendilerine çalı çırpıdan da barınak yapmışlar. Böyle bir sesle uyandırılacağım aklıma gelmezdi. Bam güm, bam güm, o da ne? Aslan kovalıyorduk ta, siz rahat rahat uyuyun, no problem. Odamızın içinde her türlü haşarat vardı. Kocaman örümcekler, çıyanlar, acayip böcekler. Haa elektirikler de gitti.. Ohh kim kime dum duma, keyfimize diyecek yok.
Fil yüreğini gördüm, koca gözleriyle buluştum. Mır, mır o ne dedi? ben ne anladım? sarıldım sımsıkı kollarım almadı, sevgisi taa suya düştü.
Galle’den mercan cenneti Hikkaduwa’ya geldik. Fakat tusunami’den sonra pek mercan kalmamış. Alt kısmı cam olan teknelerden kiralayıp, okyanusa açıldık. Aman tanrım o ne muson! Başımızdan aşağı kova kova su yağıyor. Güzeldi be… Sahilde yürürken dev bir denizkaplumbağasına rastladım. Benimki kadar dişleri var, ama çok sevimli, ellerimle yosun yedirdim.Ve yorgunluk çöker. Okyanusun dalga sesleriyle uyumak. Kafanı koyup yumuşak yastığına, tüm güzelliklerin içinde bir su damlası olmak, suyu kendine benzeterek.
Hikkaduwa’dan ayrılıyoruz. Sahil boyunca dönüş yolundayız Colomba’ya doğru. Yol üzerinde sahildeki Bentota kentine de uğradık. Burası deniz kaplumbağalarının üreme bölgesi.Ve, fıldır fıldır dönen tekerimize, bilge suların buğulu sesine, toprak ananın yeşiline, Hint Okyanusu’nun inci tanesine veda ediyoruz. İçimde doğan güneşin özgür kuşları, kim bilir nereye kanat çırpıp gidecekler...
ANURADHAPURA
Kutsal Anuradhapura antik şehri, Sri Lanka uygarlığının çok iyi korunmuş kalıntıları ile dünya kültür mirası listesindedir. Bu antik kentin on altı kilometre karesi Manastırlar ve Dagoba denilen taş çan şeklinde kocaman yapılar ile çevrilidir. Şehir çok dağınık yerleşimli olduğundan yürüyerek gezmek imkansız, iyi ki motorumuz var. Trafik nasıl derseniz, öyle bir şey yok, “haydi hurra” şeklinde itişmece var.Sri Maha Bodhi ağacının bulunduğu yere gidiyoruz. Gautama Buddha’nın altında aydınlanmış olduğu Banyan ağacından bir dal, bundan 2 bin sene önce Sri Lanka’ya getirilmiş ve buraya dikilmiş. Budistler tarafından son derece kutsal sayılır. Bodhi ağacı (hint inciri) bilgelik ağacı olarak da adlandırılır. Tropikal bir ortamda, çok dingin, sessiz ve huzurlu bir mekan. Tapınağa gelen Budistler rengarenk Lotus çiçekleri getirip sunuyorlar.Aman maymunlara dikkat, aman kafamıza Hindistan cevizi düşmesin, aman haritayı okuyalım derken kaybolduk. O ne muhteşem bir kayboluş… Beyazı, pembesi, moru lotus çiçekleriyle kaplı Sri Lanka’nın en büyük gölleri olan Nuwara Wewa ve Tissa Wewa kucaklıyor bizi. Göldeki büyük aynada mutluluğumun resmi çıkmış, titrek titrek gülümsemekte. Ve saklı sularda uykusuz Nilüfer çiçekleri aşka dönüşür.MİHİNTALEMihintale’ye doğru ilerliyoruz, burası Sri Lanka’ya Budizmi ilk getiren kişinin kurduğu bir manastır ve tapınak kompleksi. Yüksekçe bir dağın tepesine yapılmış. 1840 basamaklı bir yoldan çıkıyoruz. Yükseldikçe çevredeki manzara ortaya çıkmaya başlıyor, dizlerimizdeki derman kesilinceye kadar tırmanıyoruz…Özellikle dağın batı kısmındaki cangıl bölgesi dünyada kurulmuş olan ilk vahşi hayat bölgesi olarak kayıtlara geçmiş. Hintli Kral Ashoka’nın gönderdiği Budist rahipler, Budizmi yaymak için burada bulunan 64 adet mağaraya yerleşmiş. Büyük Mahaseha Dagoba’da Buddha’nın saç teli kutsal emanet olarak saklanıyor. “Eğer anlayabilirsen, herşey olduğu gibidir. Eğer anlayamazsan, her şey yine olduğu gibidir.” (Buddha)SİGİRİYA
Sigiriya’ya doğru yola çıktık. Habarana kentine kadar yol güzeldi. Fakat Habarana- Sigiriya arası vahşi yaşam bölgesinden geçen, asfaltı bozuk, etrafı elektirikli çitlerle çevrili, koruma altına alınmış. 13 kilometrelik yol bitmek bilmedi. Neden mi? Cangılın tam ortasından her tarafı vahşi fil ve birtakım hayvan gübreleri, inanılmaz bir sessizlik, sadece fillerin homurtuları ve bizim tırsık nefesimiz duyuluyor…Neyin, nereden, ne zaman çıkacağı belli değil. Motorsikletimizin üzerinde tazecik et şeklinde tir tir titreyerek ilerliyoruz. Tabi daha sonra başımıza geleceklerden habersiz. Sigiriya’ya ulaştığımız ilk yarım saat içinde motorsikletimizin önüne 2 metre kadar boyunda, siyah kayış gibi bir kobra yılanı çıktı, o kadar zor durduk ki, neredeyse motorumuz yılanın üzerine devriliyordu.Başını yelpaze gibi kaldırmış, çatallı dilini sallıyordu, sıcak sıcak bakıştık, iki tıslayıp helalleşti sağolsun, ancak yutkunabildim.Otelimiz milli parkın hemen bitişiğinde. Gerçi bu ülkenin her yeri vahşi ya. Bu tropikal ormandan gelen cıvıl cıvıl kuş sesleri kandırdı beni. Biraz ormana daldık genellikle tik ağaçları, abanoz ve hint inciri ağaçları ile kaplı. Burada genellikle vahşi filler, manda, leopar, ayı, her çeşit maymun, ve geyikler yaşıyor.Bunların hepsini Yala Milli Parkında yaptığımız safaride gördük. Hele bir ağacın tepesine tünemiş genç ışıl ışıl Leoparı bir saat süreyle seyrettik. Nehirlerde timsahlar, kuru bölgelerde de dev kertenkeleler var. Bu dev kertenkeleler sürekli motorumuzun önüne çıkıyordu, neyse ki buna alıştık. Akşamları bu vahşi yaşam alanında, hayvanlar yerleşim alanına girmesinler diye ses bombası patlatıyorlar.Wild Life bekçileri ağaçların üzerinde tünemişler, kendilerine çalı çırpıdan da barınak yapmışlar. Böyle bir sesle uyandırılacağım aklıma gelmezdi. Bam güm, bam güm, o da ne? Aslan kovalıyorduk ta, siz rahat rahat uyuyun, no problem. Odamızın içinde her türlü haşarat vardı. Kocaman örümcekler, çıyanlar, acayip böcekler. Haa elektirikler de gitti.. Ohh kim kime dum duma, keyfimize diyecek yok.
SİGİRİYA ROCK
Bu devasa taş kütlesi, volkanik bir magma parçasıdır. Demirden merdivenle bu koca kaya kütlesinin etrafını örmüşler, tırman tırman bitmiyor. Nefis bir manzarası var, gözün görebildiği her yer yemyeşil ormanlarla kaplı. Popüler mitolojiye göre burası Kral Kasabba zamanında askeri ve krallık faaliyetleri için kullanılmış. Bir mite göre Kral Kasabba kendi babasını öldürerek tahta geçmiş. Başka bir mite göre ise Sigiriya hiçbir zaman bir saray ya da kale olmamıştır. Burası Budist manastırlarının kurulduğu bir yerdir. Sigiriya Rock UNESCO kültür mirası listesindedir.Bu koca taşın zirvesine ulaştığımızda fresklerle ve duvar resimleri ile karşılaşıyoruz. Bu konuda iki söylenti var; bu resimlerin Kral Kasabba’nın cariyeleri olduğu, diğeri de Buddha’nın enkarnasyonlarından Tara olduğudur. Bu fresklerin 5. yy da yapılmış olduğu tahmin ediliyor. Dev kayaların eteğinde kocaman iki adet aslan pençesi heykeli var. Bunlar Buddha’nın gücünü simgeliyormuş. Burada dev boyutta bir aslan heykeli varmış, ana heykel yıkılınca geriye sadece pençeler kalmış. Maymunlar, maymunlar yine her yerdeler, motorumuzun peşine takılıyor zibidiler, ödümüzden bir parça kopartmadan tüysek iyi olur.DAMBULLA
Dambulla’daki Golden Temple, dünya kültür mirasıdır, Sri Lanka’nın en büyük ve en iyi korunmuş mağara tapınak kompleksidir. Anlayacağınız bu ülke miras doludur. Tapınağa ulaşmak için yine tırmanıyoruz, vaşak gibi olduk desek yeridir. Hava o kadar sıcak ki. Burası kutsal mekan olduğundan, ayakkabılarımızı çıkarıyoruz. Ayaklarımızın altı cayır cayır yanıyor. Burada 80’den fazla mağara var. Mağaraların içindeki resimler ve heykeller Buddha ve onun hayatı ile ilgilidir.Dambulla’dan ayrılıp Nalanda, Matale rotasından Kandy’e doğru ilerliyoruz. Yollarda acıktıkça yol kenarındaki satıcılarda karpuz kestiriyoruz, bazen haşlanmış limonlu mısır ve bal gibi ananas yiyoruz. Keyfimiz yerinde. Bir de yol kenarlarında satılan Mikiri denilen, toprak kaplardaki manda yoğurtları acayip lezzetli ve besleyici. Yüzümüz gözümüz tozdan ve kirden kapkara oldu. Üstüne de bir dolu yorgunluk, elimiz ayağımız tutmaz oldu, hortlak gibi olduk. Haa bir bu eksikti ormanın orta yerinde benzin bittii. Buyur. Az ileride derme çatma sazdan bir kulübeye sorduk, no problem deyip bir su şişesine benzini doldurdu. yani burada benzin olmadık yerlerde satılıyor, mesela meyve satanlardan bile alabilirsiniz… Şimdi buradan bir rüzgar geçti, yaladı gitti yorgunluğumuzu, bize kalan ise hazdır.KANDY
Kandy, adanın dağlık ve sık ormanlarla kaplı iç kısmında bulunuyor. Şehrin orta yerinde Kandy gölü var. Gölün etrafını yürüdükçe, balıkçıl kuşlar, su kaplumbağaları, karabataklar, kingfisher kuşları ile karşılaşıyoruz. Gölün üzerini kaplayan lotus çiçeklerinin büyüsüne kapılmış yürürken, birden ayağıma timsah irisi koca bir hayvanın kuyruğu takıldı. Anam o da ne? Şehrin ortasında bir yaratık, ilerledikçe birden çok sayıda olduklarını görüyoruz. Vallahi tik oluştu, nerden ne çıkacağı belli değil, gerçekten de süprizlerle dolu. Peradeniya botanik bahçesi şehir merkezine 5 km mesafede, mutlaka görülmeye değer, burası tropik bir bitki cenneti.Her akşam saat 17.30 da Kandy Kültür Merkezinde yerel Sri Lanka klasik dans gösterileri yapılıyor. Önce davullar çalıyor, sonra kobra, mask dansları, ateşte yürüme, Kandyan, Udekki dansı, Vannam… ve hoşçakal Kandy.Rotamızın üzerinde Pinnavale kasabasındaki Elephant Orphanage denilen yerde fil yıkamak için duruyoruz. Fakat motorsiklet tepesinde öyle çok kirlenmişik ki sevimli filim Kumari (Tanrıça demek) beni yıkamak zorunda kalıyor Mahut (fil bakıcısı) da bu işe şaştı kaldı.Fil yüreğini gördüm, koca gözleriyle buluştum. Mır, mır o ne dedi? ben ne anladım? sarıldım sımsıkı kollarım almadı, sevgisi taa suya düştü.
RATNAPURA
Kandy, Peradeniya, Avissewela yoluyla, bir Gems (mücevher) şehri olan Ratnapura’ya ulaştık. Şehir dedimse, öyle derme çatma hayatlar işte. Burada her yer mücevher madeni. Özellikle safir, yakut, turmalin, zirkon var. Pazar günleri şehrin meydanında taş pazarı oluyor, pazar yeri tıklım tıklım. Etrafımı bir sardılar, herkesin elinde kağıda sarılmış taşlar var, tutturabildiğine satıyor. Burada bir gece konakladıktan sonra yeni rotamız güneye doğru, Galle şehri.GALLE
Sri Lanka’nın en önemli tarımsal üretimi hiç kuşkusuz çay’dır. Yol boyunca çay behçelerinin, ve şelalelerin seyrine doyum olmuyor .Ancak yol çok zorlu, daracık, yılan gibi kıvrım kıvrım virajlı, git git bitmiyor. Issız, sessiz yemyeşil doğal hayatları izledim kaskımın altından. Yaklaşık 1500 metreye tırmandık. Tam dokuz saat motorsiklet tepesinde, toz, toprak içinde. Sıcak hava da cabası. Ama doğaseverler için nefis bir coğrafya Sri Lanka. Akşam karanlığında halimiz perişan bir şekilde Galle’ye vardık. Şehrin girişindeki çimenlerin üzerine öyle bir attık ki kendimizi, şimdi çimenler ipekten döşek. Yarım saat gözlerimi göğe kilitledim, akıyorum heplik ve hiçlik içinde.Galle Fort bölgesinde konakladık. Burası Portekizliler zamanından kalma, etrafı kale ile çevrili bir bölge. 1505 yılında Portekizliler buraya baharat ticareti için gelmişler. Bu bölgede tavus kuşu çok fazla olduğu için Portekiz dilinde Gola- tavus kuşu anlamında buraya Galle demişler. Bu önemli ticaret limanı da UNESCO kültür mirası listesindedir. Galle’de şehir turu yaptıktan sonra Unawatuna plajı bölgesine gittik. Burası çok hoş bir körfez. Bu deniz Mannar Körfezi olarak geçiyor. Çatal çubuk üzerine tünemiş balıkçılar, ilginç bir teknikle balık avlıyorlar. Deniz ürünleri ve mercanlar çok güzel. Kocaman midyeler yaşanmışlık kokuyor, kimbilir ne dalgalar görmüştür. Akşamüstü günbatımında sahildeki balık keyfimize diyecek yok. Dalgalar tatlı tatlı okşuyor masamızın ayaklarını. Ve ey gök; kızıllığın taa içime vuruyor.Galle’den mercan cenneti Hikkaduwa’ya geldik. Fakat tusunami’den sonra pek mercan kalmamış. Alt kısmı cam olan teknelerden kiralayıp, okyanusa açıldık. Aman tanrım o ne muson! Başımızdan aşağı kova kova su yağıyor. Güzeldi be… Sahilde yürürken dev bir denizkaplumbağasına rastladım. Benimki kadar dişleri var, ama çok sevimli, ellerimle yosun yedirdim.Ve yorgunluk çöker. Okyanusun dalga sesleriyle uyumak. Kafanı koyup yumuşak yastığına, tüm güzelliklerin içinde bir su damlası olmak, suyu kendine benzeterek.
Hikkaduwa’dan ayrılıyoruz. Sahil boyunca dönüş yolundayız Colomba’ya doğru. Yol üzerinde sahildeki Bentota kentine de uğradık. Burası deniz kaplumbağalarının üreme bölgesi.Ve, fıldır fıldır dönen tekerimize, bilge suların buğulu sesine, toprak ananın yeşiline, Hint Okyanusu’nun inci tanesine veda ediyoruz. İçimde doğan güneşin özgür kuşları, kim bilir nereye kanat çırpıp gidecekler...