Konsept değişir, Ulupınar değişmez. Bu arada mesela şimdilerde zümrüt yeşili donuna girmiştir ya doğa. Ben Ulupınar’ın da sonbahar halini severim. Ne bileyim ben, “çınar” deyince “sarı” geliyor aklıma. Ulupınar… Hani şu Antalya- Kumluca yolunda seyrederken devasa çınar ağaçlarının olduğu yer. Benim dedem kamyoncuydu. Dayım ve annemim amca çocukları da. Taa o dönemlerden aşinalığım var Ulupınar’a, Kırgöz’e. Çok dinledik zorluğunu. Haa bir de Ankara Polatlı. Ne zaman özel araçla yolum o tarafa düşse Ulupınara kırarım direksiyonu. 1980’li yıllarda yapılan yol çalışması öncesi kıvrıla kıvrıla vadiye inip yine aynı ahenkle çıkaran bölgeye. Bu arada mesela şimdilerde zümrüt yeşili donuna girmiştir ya doğa. Ben Ulupınar’ın da sonbahar halini severim. Ne bilem ben, “çınar” deyince “sarı” geliyor aklıma. Bu arada kuru çiçek tasarımlarında kullandığım Ölmezotu’nu da ya Yarıkpınar girişinden, ya da Ulupınar’ın doğu girişinde yol kıyısından toplarım. Ulupınar fiziki olarak geçmişte zor bir bölgeydi. Hele de yüklü kamyonlar, yolcu otobüsleri. Şoförlerin stres atması ve dinlenmesi amacıyla mıdır bilemem ama tarih boyu burası bir “mola yeri” olma görevini de yerine getirdi. Daha evel de yazdığımız gibi, vadiye inen yol yukarıya alınınca “yolüstü” işletmeler anlayış değiştirdi. O yıllarda başlayan turizm hamlesinin de etkisiyle turlara yönelik hizmet vermeye başladılar. Demre ilçesi ve Üçağız henüz tekne turu yoğunluğu yaşamıyordu ama yine o yıllarda Noel Baba çılgınlığı vardı. Antalya’nın her noktasından Demre’ye günübirlik turlar gidiyor, bu tur otobüsleri Ulupınar’da mola veriyordu. Bana “traji komik” gelen bir yanı daha var Ulupınar’dan başlayarak önce su kenarları, ardından yaylalara tırmanan “Alabalık” tüketim kültürünün. Deniz şehri Antalya’da balık tüketimi zayıf, balık lokantası yoktu. 1989 yılında İzmit’ten gelen arkadaşlarıma balık yedirememiştim. 1997 miydi? “İlksan olayı” ile gündeme gelen işadamı Sedat Çolak Lara yolu üzerinde bir balık lokantası açmaya kalkışmıştı. Antalya ayağa kalkarken Çolak, aslında Antalya’nın gerçeğini tokat gibi suratımıza vurmuştu: “Memedali ile (Mehmet Ali Yılmaz)  Antalya’ya geldik. Balık yiyecek yer bulamadık. Antalya’ya bu hizmeti vermek, misafirlerimizi ağırlamak istedik.” İşte o zamanlar belki de “Havuz Balıkçılığı” gelişmediğinden “balık” deyince aklımıza “Alabalık” geliyordu. İnsanlar kilometrelerce yolu alabalık yemek için gidiyordu. Düşünsenize Gündoğmuş’un Ortaalan köyündeki çiftliğe turist götürülüyordu. Ülkemizde turizm şekil değiştiriyor. AKP iktidarının ağır ateşte pişirdiği yeni politika artık şekillenmeye başladı. Aldığımız son duyum, Antalya Müftülüğü Ramazan ayının sezona rastlamasıyla birlikte her otelden bir mescid istemiş. Allah o otellere gönderilecek imamlarımızı korusun. Haa sahi, işi sıkı tutup imam yollamayı ihmal etmeyin. Animasyoncular durum kurtarmaya kalkışmasın. Ulupınar’a dönelim. Ulupınar’da şekilleniyor. Artık işletmelerin tabelalarında “Alabalık” yok. “Restoran” var. Bir de “Köy Kahvaltısı.” Sahi bu nemenem bişeydir “şehir kahvaltısı” nedir. Köy kahvaltısı olarak lanse edilen sofrada salamlar sucuklar kol geziyor. Tek kullanımlık kahvaltılık veriliyor. Burada sizin köyleri de mi kaybettik sahi? Ne demeye mi çalışıyorum? Haftasonu Çakırlar artık çekilmez olmuş. Ulaşımı ayrı dert, üst üste oturma grupları ayrı. Ee kuru dere de serinletmeye yetmiyor. Kent merkezine sadece 70 km mesafedeki Ulupınar yemyeşil doğası, serin mi serin havası ile sizi bekliyor. Konsept değişebilir, ama doğa aynı cömertlikle sizi bekliyor. Buralarda tam gün geçirebilirsiniz hatta. İşletme adı vermeyelim, reklama girmesin. Nerde olduğumu biliyorsunuz. Haa burada benim bildiğim bir değirmen var. İçinde değirmencinin eşyaları bile duruyor. Hani diyorum ki Kemer Belediyesi buraya bi el atsa. Bir kültür değerimizi korumuş olsak.