Sahi ne düşünmüştü bir devrin ünlü dolar milyarderi Adnan Kaşıkçı uçakla üstünden geçerken gördüğü Kaleiçi için, “Burayı bana satın” diyecek kadar ileri giderken. Ya da biz neyi görememiştik yıllarca, bir tarih gözlerimizin önünden yanıp yıkılıp göçüp giderken… Sanırım mutfak eşyalarında asırlık usta işi bakır kaplarımızı verip yerine melamin (Noramin)  alışımız, ahşap yeşil-pembe panjurların yerine plastiklerini, ahşap kapı pencere yerine aliminyum doğramaları, keçelerin yerine plastik yer örtülerini tercih edişimiz gibi oldu Kaleiçi’nin sonunu hazırlayan başlangıç. Önce ruhunu göremedik galiba… Burada asırları birlikte yaşayan, (arasıra yaşanan küçük aile kavgaları hariç) farklı kültürleri “Türkleştirme” adı altında sürerken ruhunu da kovaladık sanırım Kaleiçi’nin. “Yıllar sonra kuzey Kıbrıs’ta bizim neslin de ucundan gördüğü bi sahiplenme yaşadık sanırım Kaleiçi’nde ve ısrarla kovaladık o ruhu… Peki geri gelir mi? Tabii ki hayır... Bugün, bir yıl önceki Irak’ı hiç bi şekilde geri getiremiyorsak, Kaleiçi’ni, yüz yıllık gidişi nasıl getireceğiz ki… Hadi kapatalım barları, şu anda tamamına yakını kiracı durumundaki ikamet edenleri de çıkaralım oradan. Geri gelir mi o Kaleiçi. Geri gelir mi Attalos’un adamları tarafından keşfedilen, İskender’in aşık olduğu şehir(Keşke Attalos’un meçhul yüzü yerine beğendiği yeryüzü cennetini oluşturmak için çalışsaydık.) Çok değil, 20 yıl önceydi Kaşıkçı’nın talip olduğu Kaleiçi. O zamanlar küçük çaplı bi çalışma başlatılmış, Turban buraya el atmış, bir iki eski yapıyı onarıp konaklama ünitesi oluşturmuş, köhne ‘Canlı Balık’ lakantalırının mekanı elden geçirilmiş, “İskele” kimliğinden modern bir görünüme kavuşmuştu. Uluslar arası kalite belgesi olan Altın Elma’yı da o zamanlar almıştı Yat limanı… İzleyen yıllarda eski gazhane ünlü bir clup haline gelmiş, İstanbul sosyetesinin özel uçakla buraya eğlenmeye geldiği, ‘Yelken’de akşam yemeğinden sonra sabaha kadar eğlenip saat 06.00 uçağı ile döndüğü rivayet edilir olmuştu. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Tıpkı Halikarnas Balıkçısı’nın övdüğü mavi kasaba’nın bugün beyaz betona boyandığı gibi kimliksizliğe boyandı Kaleiçi yavaş yavaş. Küçük küçük pansiyonlar açıldı, bunu barlar izledi. Pansiyonları turizmciler değil, barları eğlence söktörü değil, karanlık güçler ele geçirmeye başlamıştı artık. Çünkü paranın kazanıldığı bi adres gerekiyordu. Üstelik Kaleiçi gözde, Kaleiçi kazandıran bir merkezdi. O ünlü Club’ta, Yelken’da artık o kalburüstü müşterilerini arar olmuştu. Dağdan gelen bağdakini mi kovmuştu? Bağcı zaten mi kovalayandı hiç bilinmedi. Bağcının kalitesi mi o zaten tartışılmadı, tartışılmaz da hala… Olmuyordu, olamıyordu… Anıtlar Kurulu’nun kararı ile evler korunmaya alınınca yıkıp rantiyeye yönelik yapılaşma sağlanamayan Kaleiçi’nde evler eskiyor, sahipleri yeni evlere çıkıyor, kendi çocuklukları ile Antalya’nın tarihini bırakıp giderken arkalarında, buralar ya boş kalıp evsizlere, sokak köpeklerine mekan oluyor, ya da bekar işçilere, (küçümsemek gibi olmasın) çingene ve kürt ailelere cüzi rakamlarla kiraya veriliyordu. Bunun açıklaması ise “İçinde bir oturan olsun” olarak telafuz ediliyordu. Sadece göç müydü Kaleiçi’nin sorunu? Daracık sokakları vardı Kaleiçi’nin , trafik sorunu vardı,bağlı olarak güvenlik sorunu vardı. Sokakların darlığı, evlerin arka arkaya yanması ya da yakılması, itfaiyenin işini zorlaştırıyor, zamanın yetkilileri 90’lı yılların ilk başlarında buranın araç trafiğine kapatılması tezini atıyordu ortaya. Hatta,  Antalya’nın o yıllarda tanışmaya başladığı golf turizminin basına yansıyan yüzünden görülen golf arabalarının burada turizmin hizmetine sunulabileceği, Kaleiçi’nde oturanların araçlarına özel kart verilebileceği gibi tezler üretiliyordu peşi sıra. Ama olmadı. Bu yolda kurulan derneğin feryadını da duyan olmadı, çözüme cesaret edende. Bugün nasıl ulaşım master planı hazırlanıyor ve toplu taşıma araçları yeni yolları kullanmamakta ısrar ediyorsa, Kaleiçi’nde de çözümü kullanan olmadı. Şimdi denilebilir ki, Antalyalı genel başkan gibi sorunları dile getirmek değil, çözüm üretmek noktasında ne söyleyeceksin? Kaleiçi için bir çözüm üretmek artık çok geç. En kesin çözüm zaman. Bir de bu kadar üretilmiş çözüm önerilerinin hangisi denendi ki tutmadı. Kaldı ki bu kentin 10 yıl tek sözcüsü şehremini yatırımlarda çıkan arızaları, “Deneme yanılma yoluyla yapıyoruz. Bu kadar olur” diyerek geçiştirirdi. Ardından gelen de şeklini ya da alındığı yeri yanlış bulmuş olacak ki kaldırım taşlarını söküp kendince yanlışı düzeltti. Tabelaları da hatta… Yani demek istiyoruz ki, birini bir deneyin bakalım, tutmazsa başka çözümler de var. Öncelikli olarak orada iş yapan esnafla, orayı hala mesken olarak kullananlarla ciddi anlamda bir araya gelinir, “Ben yaptım oldu” mantığından çok çözüme yönelik tekliflerle gidilir. Bizim nacizane görüşümüz o dur ki Safranbolu’yu bi yana bırakıp son dönemde adını sıkça duyduğumuz Ankara Beypazarı evlerinin durumunu düşünün. Yani yerel yönetimlerin katsını. Bir de bizim yerel yönetimlerimizi düşünün. O zamanlardan bugüne sarkan eserleri değil, kişilerin bilinmeyen yüzlerine heykel dikmek isteyen yerel yöneticilerin tarihteki yerini tartışmayalım. Bu tartışmayı bitirdiğimiz zaman belki sıra gerçek soruna, Kaleiçi kimliğinin korunmasına gelecektir. Bir hatırlatma da Ankara’da havaalanına giderkenki gecekondu görüntüsünden sıkılan ve çözüm üreten hükümete. Merkezdeki okul binalarını satalım, hastane binalarını satalım. Bunlar sizin düşünceleriniz. İlave edelim, hatta gelin Kaleiçi bölgesindeki kamu binalarını satalım,buradan gelecek parayla buradaki eski evleri de kamulaştırıp restore edelim. Ankara’daki görüntü sizi sıkıyor, oysa Kaleiçi’nin bugünkü hali, Tophane’ye yolu düşen milyonlarca dünyalının içini burkuyor. Sürç-ü lisan ettikse affola…