Eskiden Antalya’da yaşayıp, Konyaaltı sahiline oba kurmayan herif, evde bile makbul değildi. Malum şimdi yayla modası başladı. Dağlar taşlar mantar tarlası gibi. Yoğun sıcak, yapış yapış bir Antalya sıcağında dört kafadar “bi yayla kaçamağı yapalım” dedik ve düştük yola. İlk hedefimiz Akmuğar. Bilmeyenler için nokta atışı: Söbüce ile Burdur Kemer arasında bir muğar (siz “pınar” diye bilirsinizdir belki) başı. Söbüce çıkışında, Akmuğar yoluna dönecekken güncel gerçekle yüzleşiyoruz. “Bu çeşmenin suyu çok azalmış” diyor Özgür. Birazdan tepenin üzerinde karşı yamaçların fotoğrafını çekiyorum. Yamacın ortasında bir yeşil kuşak. “Buradan su inerdi” diyor Özgür. Akmuğar’a vardığımızda, “susuzluk” gerçeği artık tüm çıplaklığı ile karşımızda. Burada Kemer Belediyesi tarafından oluşturulan soyunma kabinleri, tuvalet ve 3 ayrı havuz var. Erkekler, kadınlar, çocuklar. Ama boş. Pınardan çıkan su eşek sidiğinden az hallice. Yıllardır yaz mevsimin en az 1 ayını burada geçiren Turan elleriyle diktiği ağaçların, keçilere yedirilmiş olmasına üzülüyor. Ama bir yandan da çadırları kuruyoruz. Bu arada ben tabii ki fotoğraf çekme derdindeyim, kaytarıyorum. Bir şeyler atıştırıyoruz, akşam közde çay, mısır filan derken erken yatıyoruz. Oksijen çarptı zahir. Sabah erken kalkıyoruz, kahvaltıda melemen fantazisi var. Hem bölgenin geniş fotoğrafını çekmek, hem de varsa melemen için kekik toplamak amacıyla dağa tırmanıyorum. Tek kazancım karşı yamaçtaki sürü ve çobanı izlemek. Kahvaltıya oturacağız ama akşamdan kalan küçük bir sorun var. Özgür’ün araba sıkıntılı. Kahvaltıyı yapıp çıkmak, en yakındaki Burdur Kemer’e inmek planımız var. Toplanıyoruz, Kemer’deyiz. El kadar sanayi. Daha çok traktör tamir ettiğini düşündüğüm usta “hileli mazot” mevzuuna bağlıyor. Yeniden düş yola. En azından Bir benzinlik bulana kadar. Eee Korkuteli’ne yaklaştık. Turan’ın içine sinmedi. Girdik oradaki sanayiye. Arıza giderildi tamam da şimdi onca yol yeniden Akmuğar. Vazgeçiyoruz. Alibeli’ni geçince solda, Yağca Yaylası’nın yolu üzerinde, söğüt ağaçlarının altında bir de çeşmesi olan yurt, tam bize göre. Önce bir Kangal, sırım gibi. Ardından sürü ve çoban geliyor. “Ağaçlandırma” adı altında yapılan çalışma ile “mera” kalmadığını anlatıyor çoban. “Hayvancılık bitmese de ağıla kapatılıyor, böyle olunca.” Gün tamam, akşam bölgedeki yaylacılar geliyor, sohbet muhabbet. Gündemin konusu yine “azalan sular.” Varılan sonuç: Her yayla evi yapanın bir kuyu açması, bahçe yapıp sulaması, hatta en önemlisi dağ başlarına kurulan seraların sulama ihtiyacı nedeniyle muğarlara su kalmaması susuzluğun nedenidir. “Doğal denge” neydi sahi?